SATRANÇ
Zeka ürünü bir kitap, işkencenin boyutları ve doğurdukları...
30 Ekim 2013 Çarşamba
BRONTE KARDEŞLER
UĞULTULU TEPELER VE JANE EYRE
İki kardeşin
dramatik hayat hikâyeleri, kitaplarına birer yansıma olmuş nitelikte. Klasiklerde,
yazarın hayatına göz atınca, çoğu kitaplarında yazarın hayatından kesitler
bulmak mümkün. Kitaplarını kendi ruhlarıyla besliyorlar, sonunu da olmasını
istedikleri ya da olmadıkları gibi bitiriyorlar..
Kitaplar
hakkında uzun uzun yorum yapma isteği yok içimde. İşleyiş bakımından toplumsal
sorunlar ya da o dönemin çağı hakkında bilgi verici nitelikte değil. Buram
buram aşk kokan bir kitap. Şimdiye kadar
okuduğum klasikler içinde Romantizm akımının en güzel örneklerinden.
Jane Eyre
kitabı Uğultulu Tepelerden daha popüler ama bence kesinlikle Uğultulu Tepeler
çok daha güzel. Bronte kardeşler erken ölmüşler. Şaşırdığım bir nokta da o
yaştaki birinin nasıl böyle bir roman yazabildiği… Jane Eyre gayet klasik bir
aşk hikâyesiydi, mürebbiyenin patronuna olan umutsuz aşkı ardından gurur,
kaçma, tekrar birleşme… Fakat Uğultulu Tepeler’i yazan kardeş daha küçük
olmasına rağmen vahşet, öfke, acımasızlığı da aşk, sevgi kadar kusursuz
işleyebilmiş. Ayrıca, bir kadın yazarın erkeğin gözünden de kin, öfke, vahşeti
anlatabilmesi çok çok başarılı buldum.
DUMAN –TURGENYEV
Kitap okurken aradıklarım (daha
doğrusu aramadıklarım) değiştikçe, bakış açım da değişti. Bir yıl önce okumuş
olsam bu kitabı -belki daha da yakında- sadece kahramanın aşk hayatını
anlattığı bölümleri merak edip muhtemelen de bittiğinde sıkıcı bir kitap olarak
aklımda kalırdı.
Oysa şimdi okurken çok keyif
aldım. Kitap kısaca Rusya da gerçekleşen toprak reformundan sonra, bu durumun
taşrada yankı bulmasını anlatıyor. Bu yeni reformun ardından gelen belirsizlik,
ümitsizlik, uygulanmasında aksaklıklar ve tabi ki dönemin aristokratları
tarafından eleştirilmesi sürecinden bahseder. Zaten bu aristokrat çevrenin
fikirlerine bolca yergilere yer verilir. Turgenyev
de, Rusya’nın bu sıkıntılı süreçten kurtuluşunu; Avrupa’daki
ilerlemeleri takip edip benimseyerek olacağına inanırken, aristokratlar da
Rusya’nın kaderinin yine kendisi belirleyebileceğine inanır. Burada da “gelenek “ve “uygarlık” kavramları çatışmasından bahseder. Uygarlığı savunanlar
(ki bunlar çok azmış) Rusya’nın bilgisiz, yetersiz olduğunu, Demokratikleşmeyi
eleştiren generallerinde ilerleme adına hiçbir şey yapmadıklarını söylüyor.
Zaten kitapta çok fazla Almanca, İngilizce ve Fransızca cümleler çevirisizce
bulunuyor. Buradan bile yazarın batılılaşma fikrine ne kadar çok özendiği belli
oluyor.
Bana felsefede bir düşünceyi
hatırlattı, geri kalmış toplumlar için. O toplumun ilerlemesini, ilerlemiş ve
üstün özelliklere sahip başka bir toplumun tüm niteliklerini olduğu gibi
benimsemek. Girdileri ve çıktıları çok
tartışılacak bir durum elbette.
Kitapta da, bundan yola çıkarak
içgüdü ve akıl kavramlarını sorguluyor. Hatta içgüdüyü savunanlar için yerici
nitelikte güzel bir karınca örneği var.
Kendini desteklemek için de şu cümleyi yazmış “Akıl varken en yüksek
içgüdü bile insan için bir değer ölçüsü sayılamaz.” Gelenekçilerin savunduğu
düşünce ise, batıcılık fikrinin kendi kültürlerini yozlaştırıcı olacağı
yönünde… Ayrıca pozitif bilimleri de
küçümsediklerine bir örnek de verilmişti.
Kitapta gerçekçi ve gelenekçi
fikir akımlarının ciddi çatışmasına güzel örnekler sunulmuş.
Yazarın hayatını okuduğumda,
kendi fikirlerini yazdığı o dönemde çok fazla eleştiri almış. Hatta kitapta ara
ara bu düşüncelerinden dolayı arkadaşına utanmaması gerektiğini söylüyor.
Toprak reformu fikirleri de dönemin Prensini etkilediği yazıyor. Turgenyev’in
bu kitabında, kahramanın yadırganan batıcılık fikirleri ile toplumu çalkantıya
uğratan ve düşünce reformu ile yepyeni bir eleştiri konusu oluşturması, bana
Osmanlı da Jon Türkler’i hatırlattı. Demek ki her ülke geri kaldığını kabul
edince benzer aşamalardan geçiyor…
TILSIMLI DERİ
Balzac’ın
İnsanlık Komedyasından Felsefi incelemeler adı altındaki kitaplarından birisi.
Balzac’ın toplumsal sorunlar veya aşk temalı kitaplarından sonra kitabın konusu
çok ilginç geldi. Bilim-felsefe-mistik kurgular ile içiçe bir kitap.
Kitabın özeti; romanın başkahramanı, yoksulluk içinde yaşayan genç
Fransız ressam Raphael’dir. Tüm parasını kumarda kaybeden Raphael, aynı zamanda
açlık,
yoksulluk, anlaşılmamazlık, yalnızlıkla, başarısızla geçen bir hayattan kaçmak
için son çare olarak intihar etmeye karar verir.
Bunun için havanın kararmasını bekleyen Raphael, bu esnada oyalanmak için bir
antikacının dükkânına gider. Antikacı ona, üzerinde Arapça yazıların yer aldığı
ve tüm istekleri karşılayabilen bir deri armağan eder. Fakat tılsımlı deri,
yerine getirdiği her istek karşılığında, kişinin hayatını da kısaltacak; genç
adam da böylece, isteklerine kavuşmayı kısalan ömrüyle ödeyecektir. Raphael de
alaycı bir şekilde kabul eder hediyeyi çünkü zaten az sonra intihar edecektir.
Kapıdan çıktığı an ilk dileği gerçek olur ve intihar fikrinden giderek
uzaklaşır. Bu arada her gerçekleştiği, kalpten çok arzu ederek hissettiği her
düşünce için deri parçası giderek büzüşür ve ömrü de kısalır. Pauline’e aşık
olan kahramanımız, deri parçası büzülmesin diye içinden geçenleri söyleyemez
ve derinin küçülmemesi için bir çok
bilim adamına götürür. (Bu sırada geçen bilmsel konuşmalarda ilgi çekiciydi.)
Pauline ise o kadar saf karşılıksız sever ki, ömrünü onun ömrüne vermeye
hazırdır.
Kitabı gerçekten çok beğendim. Düşündürdükleri ayrı güzeldi benim
için. Mesela basit bir detay ama bu deri parçası; tılsımın yazılı olduğu deri
eşek derisi… Hatta kitapta bilim adamları bunu söylediğinde Raphael küçümsüyor.
Ama özel bir yaban eşeğinden bahsediyor ve derisinin de çok kıymetli
olduğundan. İlginç olan, Raphael önce tılsımı (alfabeyi bile) sonra da eşeği
küçümsedi ama kaderi bunlara bağlıydı. Çok etkileyici bir sonu vardı.
Kitaptaki çocukluğu ile ilgili anılar, baba figürü ve oğlu için
öngördüğü eğitim hayatı, kahramanın ise kendi hayallerinden bahsetmesi
otobiyografik tarzdaydı. Ayrıca, kahraman dilek tutarken zengin olmayı
dilemişti, zengin olunca da insanları aşağılayarak kendini yüceltmeye
çalışmıştı. Tıpkı Balzac’ın yaşamındaki gibi, para kazandığı zaman lükse kaçacak
harcamalar yapmış; dışlanmışlık, fakirlik tüm bunların acısını da kendini
toplumdan üstün tutarak çıkarmaya çalışmış. Kitapta geçen diğer bir karakter Feodora; umursamaz toplumu ve Pauline ise bakır saf bir aşkı temsil ediyor
9 Ekim 2013 Çarşamba
GORİOT BABA
Balzac, romantizm akımından
gerçekçilik akımına geçişte klasik romanın kurucusu kabul edilirmiş. Gerçekten,
Vadideki Zambak da romantizm akımının etkileri çok fazla hissedilirken bu
kitabında zaman zaman yine uzun tasvirlere yer verse de; bu tasvirler güzelliklerden ziyade objektif
şekilde mekân veya kişi tasvirleri oluyor. Gözlemci bir dil ile gerçekler abartısız
yansıtılıyor. Arada küçük müdahaleler
ile okuyucuya geleceğe dönük bilgiler veya dipnot veren dili de her zaman
sevmişimdir.
Kitabı yine eski basımlardan
şaheser basımdan okudum. Kitabın başında gayet detaylı yazar ve hayatı hakkında
bilgiler yazıyordu. Balzac annesi tarafından istenmediği için sürekli yatılı
okullarda büyümüş. Kitaplarında mutlaka bir aile sevgisine değiniyor ama bu
sefer sevginin sınırlarının uçurumlarında dolaşmış. Babanın iki kızına
hayranlık derecesinde sevgisi, ilgisi hatta kızların utanmasından dolayı
görünmek istemedikleri babaları arasındaki çarpık, saplantılı bir ilişkiden
bahsediyor. Ayrıca gönüllü bir şekilde kızları tarafından iliklerine kadar
kurutulan bir babanın hikâyesinden… Kızların güzelliğinin yaratıcısı olduğunu
düşünüp, kızların yaptıkları her aşağılamaya rağmen onlardan gurur duyması da
ciddi bir narsistik aslında!
Kitabı ismi her ne kadar Goriot Baba olsa da,
aslında en çok bahsi geçen kişi Eugene’dir. Ama onun isminin o kadar çok
geçmesinin sebebi de yine Goriot Baba’dır. Ona duyduğu sevgi ve minnet yatar
altında. Yani kahraman Eugene gibi görünse de, Eugene’in Goriot Baba ile
hayatında köprü kuran bağlar, onu ciddi bir ahlaksızlıktan, kalp hırsızlığından
kurtaracaktır.
Genelde kitaplarda ailede illa ki bir sevgi
bağı olacaksa bu anne olur. Ama burada babanın fedakârlığını konu alması ilginç
gelmişti. Hayat hikâyesinden yola çıkarak, ailesi tarafından istenmeyip, yıllarca sürgüne gönderilen bir çocuğun
gözüyle, belki de bu durumun antitezi düşünülmüş. Aksi bir senaryo ile aşırı
ilgili bir baba kurgulanmış ve onda da mutlu bir aile olamayacağına inandırmak
istemiş olabilir kendisini. Yani her iki şekilde mutsuz bir aile...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)