27 Eylül 2013 Cuma




   Hayatımda okuduğum en ilginç kurgulu kitaplardan biri. Bazen okurken bunu bende düşünebilirim derim ama asla böyle bir sanat-bilim disiplinerarası yaklaşımı asla düşünemezdim. Beethoven’a bir matematik denklemi ya da Sokrates’in bir düşüncesini yerleştirmeyi asla akıl edemezdim. Süper bir kurgu. Hayal gücümü zorlayan bir kitap oldu.


   Kitabın dilini 'Büyülü Dağ'a çok benzettim. Olayı anlatırken, arada müdahaleler, açıklayıcı veya ileriki döneme ait bilgiler.. Etkileyici bir dildi. Ayrıca araştırma yaparken Thomas Mann ile yakın arkadaş olduklarını öğrendim. Aynı etkiyi yakaladığımı hissetmekte çok özel oldu benim için.
Kahramanın yetim olması, hiç bir dini inanç, zenginlik, mal mülke sahip olmayışı da o döneme ait kast sistemine bir gönderme olmuş. Ayrıca, hiçbir şeyi sorgulamadan boyunduruk altında olması, yapması gerekeni, bekleneni yapması ve sonunda pes etmesi de güzel dile getirilmiş. Tabi o zeka dolu yaşamın sonunu okuyunca bu kadarcık mıydı dedim.


   Çok etkileyici bir kitap, yer yer sıkıldığımı düşündüğümde bile ne bir satır atlayabildim ne de kitabı elimden bırakabildim.


   İyi ki okumuşum.


Kitabın arka kapağında yazan yazar hakkındaki kısa bilgiyi anlatıyor aslında kitabın farkı; yazarın intiharla biten hayatı...

Alkolik bir konsolos, kahraman. Aslında alkolik olmasının sebepleri var; eşinin yakınları ile kendisini aldatması ve tüm bu ikiyüzlülük karşısında kendisini içkiye teslim etmesi. Çevresi konuşmak için ayık ol dediğinde, bu benim ayık halim demesi de ayrı bir kaçış sanırım.

İnsanların kendisini aldatması, küçük yaşta öksüz kalması, aitlik hissetmemesi (Kızılderililere katılma isteğini) ve hüküm süren savaşın içinde cehennemde hissetmesi ve sadece kendisini gerçek dürüst kişi görmesinden bahsediyor. Ayrıca sık sık cehenneme göndermelerde bulunuyor. Yaşadığı yerin zaten bir cehennem olduğu ve gidecek başka bir cehenneminde olamayacağından bahsediyor.

Karısıyla ile ilgili ilginç detaylardan da bahsediyor; (kendisi bir İngiliz olduğu halde sömürge olan) Hindistan’da doğması ve eşinin ise aynı enlemde bulunan Hawaii de bir adada doğması. Bu biri doğuda biri batıda birbirine oldukça uzak, aynı enlemde olan iki merkezin birleştiği yerin de, iki yanardağ arasında kalan bir şehirde evliliklerini kurtarma çalışmalarının (sadece Yvonne'nin uğraşı) da bu enleme denk gelmesinde ki tesadüfü! sorguluyor.
Fakat, yine de ne eşi kedisini adalı (kitapta Ada’da Yvonne’yi kabul etmedi yazıyor) ne de kendisi bir İngiliz ya da Hindistanlı hissetmeyip bu iki yanardağ arasında sıkıştıklarını ve cehennemi yaşadıklarını düşünüyorlar.

Okuması emek isteyen bir kitap bana göre, sık sık İspanyolca kelimeler çevirisiz şekilde kitapta başıboş dolaşması beni yordu.



   Peyami Safa’nın okuduğum en iyi romanı diyeceğim ama her kitabını okuyunca aynı cümleyi kuruyorum. Ama okuduğum en iyi kitaplardan birisi.

   Kitapta birçok kahraman var, hepsinin derin, detaylı karakter analizleri, yaşayışı, farklılıkları,… çok güzel irdelenmiş. Roman güzel bir kumpas ile başlıyor, olay örgüsünde ani değişiklikler insanı kitaba çekiyor ve elinden bırakması mümkün olmuyor.  Kitapta geçen her bir olayın içeriğinde, karakterlerin sığ görüşleri veya yalancı olmaları da çok farklı bakış açılarına kapı açmayı sağlıyor.

   Samim’in “Simeranya”sı ile kitap felsefi boyutlardan, basit gündelik olaylarla kayması çok başarılı. Özellikle, Samim’in ütopyasındaki eğitim sistemi de takdire şayan doğrusu. Ne yazık ki, kitabın 1951 de yayınlanmasına rağmen hala eğitim konusunda çıkmazımız güncelliğini koruyor. Kitapta zayıf bir karakter olan Aydın; (Zayıf yazıyorum çünkü kitapta çok kısa bahsedilmiş ve hastalığından bahsediyor, yalnız; kitapta hiçbir karakterin öylesine yazılmadığını çok güzel bir şekilde ispatlıyor) matematik imtihanı yüzünden çok ciddi çalışmakta ve bu yüzden ağır bir hastalık geçirmektedir. Dr benzer hastalığın yoğun ders çalışan çocuklarda çok sık görüldüğüne değiniyor. Samim de kendi Simeranyasında kurduğu eğitim sisteminden –hiçbir bölümün zorla okutulamayacağı, devam zorunluluğu olmadığı, istendiği takdirde başka mesleğe kayılabileceği ve en önemlisi asıl başarının matematik ile ölçülemeyeceğini- bahsediyor.

   Asıl karakterlere gelince; Mefharet ile Besim’in, yeğen-dayı ilişkisi hakkında çarpık görüşleri,–elalem ne der, ne düşünür- kızın anneye duyduğu öfke, intikam alma isteği, Aydın’ın matematik yüzünden hastalığı, eve giren aç adam tüm bunlar o dönemin –maalesef hala güncel kalan- toplumsal sorunları ve sığ görüşleri yansıtıyor. Tüm bu çarpık olaylar içinde yolunu kaybetmiş, iki farklı yaşam tarzında insanlar arasında kalan Meral ve filozof Samim arasındaki ilişki anlatılıyor. Samim’in engin bilgisi, gözlem yeteneği, Meral’i yorsa da yine kaçamıyor Samim’den. Kitapta bu ikilin yaş farkından bahsediyor, Meral’in gençliği, Paris hayranlığına karşı güvenli liman Samim. Tüm bu ikilem arasında yapayalnız Meral… “Kendi kendimden nefretimin çirkinleştirip çerçevelediği bir dünyada yalnızım” diye yazan notu ile vedası…

   Kitapta ne bir karakter ne de tek bir kelime fazlalık. Dili çok akıcı, beden dili tahlilleri ile aaa evet, öyle mi dedirtiyor insana. .Fikirlerle dolu dolu bir kitap...  Hegelden, denek farelere, inançtan materyalizme, aşktan mantığa, çaresizliğe ve tabi ki yalnızlığa…


9. HARİCİYE KOĞUŞU

Hasta psikolojisi, sevgi, aşk, hüsran… Her şey iç içe bu romanda.  Babasız büyüyen hasta bir çocuğun hastane ve Nüzhet’in evi arasında geçen günlerini derin psikolojik bir örgüyle anlatıyor.

   Birkaç kelimelik cümleler bu kadar mı derin, bu kadar mı manidar olabilir? “9. Hariciye Koğuşuna ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm” 

   İnce bir kitap,  kısa cümleler ve gayet yalın bir dil olmasına rağmen çok derin izler bırakabilecek bir kitap. İlerde bu altı çizili cümleler aklımızda olmayacak elbet, ama dili kullanmasına ve kitaplarının çok etkileyici olması kesinlikle unutulmayacağını düşünüyorum.  Peyami Safa hakkında yazmak/konuşmak çok boş hatta kurduğum her cümlede onu değersizleştirdiğimi düşünüyorum. Onun cümlelerini yazmak sanırım en iyisi…

   “”Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum.  Yalan her şey isyan etmelidir. Eşya bile; Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan… Zavallı mürâhik…”

   “Sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu doğdu;Sükût. Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzuya girilemiyordu”

   “Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vadettiğim şeyleri yapmazsam utancımdan aynaya bakamayacağım”

  
 
 
   Genç ve yakışıklı olan Dorian Gray’e hayran olan bir ressam tarafından resmedilmesiyle başlar kitap. Basil, onun  saflığını, güzelliğini ve ona beslediği korkunç hayranlığı resmederken kendinde de çok giz kattığına inanır ve bu portreyi bir başkasının görmesini istemez. Bunun sebebi ; hem Dorian’ı kıskanması hem de kendinden kattıklarını açığa vurma düşüncesi.

   Bunları paylaştığı arkadaşı Lord Henry, model ile tanışmak için daha çok sabırsızlanır ve bir şekilde tanışır. Bundan sonra da Dorian’ın tüm saflığının bozulmasına akıl hocalık yapacak kişi olur. Ahlaksızlığa düşkünlüğü ve bencilce yaşamı ile Dorian’ı eğitmeye başlar.

   Resim bittiğinde, Dorian kendi portresinin güzelliğini, hiç yaşlanmayacak ve çirkinleşmeyecek olmasını kıskanır. Yaşlananın kendisi değilde portresi olması için ruhunu şeytana satmaya bile razıdır. (Lord Hanry’nin de danışmanlığıyla) Onun için sanat güzelliktir ve bu uğurda yapılan her şey de mubahtır.

   Bu anlatılan somut  örneklem ile hayatı değişir. Lord Henry den ayrılmaz. Basil bu ilişkiye kıskanıp, tanıştırdığına pişmanlık duymaya başlar.  Çünkü artık Dorian küçük bir Lord Henry olmuştur. İnsanları bencilce sever, çıkarının bittiği yerde sevgiside biter, sevdiklerini ölüme sürüklemesi ile hiçbir rahatsızlık duymaz.  Yalnız yaptığı her günah, kötülükte aynasına bakmaktan korkar. Resmi giderek çirkinleşip sert bir ifadeye görünür. Kendisi ile yüzleşmekten korkup onu ortadan kaldırır. Vicdan ve hedonist/narsist arzularının diyalektiliği arasında sıkışan bir ruh gibi gözükse de, sonradan kendi aksini görmeye tahammül edemeyen ve bencilliğiyle kendi kendini yok eden bir ruha dönüşür.

   Kitapta sanat, estetik ve ahlak felsefesi çok güzel işlenmiş. Dili sade ve çok akıcıydı. Kitapta geçen konuşmalar ayrı bir fikir dünyası. Sanat, estetik, ahlak felsefine farklı açıdan bakışı ile insanı var olanın zıttından düşünmesini sağlıyor.