26 Temmuz 2013 Cuma



ATLAS VAZGEÇTİ

Toplam 3 seriden oluşan bir kitap. Birinci ciltte merak uyandırıcı, ikinci de akılda sorular bırakıcı, üçüncüde ise neyi ne için dediğine dair açıklamalar yapan bir kitap.
İlginç olan 3.ciltte, 1.ciltteki sorulara yer verirken (zaman ve sayfa sayısından dolayı okuması çok kısa süremese de) net bir şekilde hafızamda canlanması.
Yazacak o kadar çok şey var ki kitap hakkında, aslında o yüzden yazamıyorum. 1. ciltte ee kitap bitti işte mutlu son dediğim anda 2. de bireysel başarılardan rahatsız olan kodamanların, akılsız toplumu kullanarak onları baltalamaya çalışmasını çok güzel gözler önüne sermiş.

Ayn Rand yine aynı başkahramanlar oluşturmuş; bencil, güçlü, çok zeki, asosyal, bağımsız, kaygısız, kayıtsız, başarı odaklı, uykuya direnen tipler … Aslında hayatı hakkında birkaç şey okuyunca yazarın neye savaş verdiği çok rahat anlaşılır. Rusya da komünizmden kaçan ve Amerika ya sığınan biri olarak komünizm ve faşizme karşı çıkmış. Bunun yerine kitaplarında genel olarak; bireysel bencillik, bireycilik ve kapitalizme bol bol vurgular yapmıştır. Devlet varlığını sorgulamış ama tam bir anarşist olarak değil. Pasif devlet anlayışını benimsemiş. Rekabet, para, durdurulamayan bireysel yükselişe atıflarda bulunarak uygulanamayan kapitalizmi göreceksiniz kitapta.
Kitapta, üstü kapalı şekilde; komünizm, materyalizm, kapitalizm,.. nedir, ne değildir çok güzel değinmiş. Ancak bunu roman içinde verdiği için hiçbir an bile sıkmıyor.
Her kitabı gibi sağlam kurgulu, yaklaşık iki bin sayfa olmasına rağmen çok güzel planlanıp yazılmış.

Son olarak, kitabın ismi bu kadar güzel seçilemezdi sanırım. Kitabı başından itibaren okurken şu düşünceyi aklınızda tutun çünkü her an bu başlığı hissedecek mesajlar alacaksınız. “Atlasın bilindiği üzere, Yunan mitolojisinde dünyayı sırtında taşıdığına inanılırdı. Kitapta; Atlas= dünyadaki çok zeki, başarılı, kayıtsız tipler. Eğer Atlas yorulup (kitapta toplumun onları baltalamasından bahsediyor) taşımaktan vazgeçerse…”
“John Galt kim? ”

 

23.07.2013 10:19

25 Temmuz 2013 Perşembe


BARBARLARI BEKLERKEN



Nobel ödülü sahibi J. M. Coetzee, bu romanında hayalî bir imparatorlukta geçen olayları anlatıyor. Ancak, yazarın 1970ler Güney Afrikasına gönderme yaptığını seziyoruz. Geniş topraklara yayılmış bir imparatorluğun en ucundaki bölgede yaşayan Barbarlar, sözümona, ayaklanmak, imparatorluğu tehdit etmek üzeredirler. Onları bastırmak bahanesiyle merkezden gönderilen Albay ve emrindekiler, müthiş bir işkence ve kıyım başlatırlar. Bu olaylar, o bölgede görevli, yıllardır başkentin yüzünü görmemiş Sulh Yargıcının ağzından aktarılır. Barbarları Beklerken, ürkütücü bir zorbalığın öyküsünü dile getirmekle birlikte, öncelikle bir aşk, sevecenlik, bağışlama ve insancıl duygular romanı. Coetzee roman kişilerini, olayların geçtiği ortamı öylesine ustaca aktarıyor ki, karakterlerin hiçbiri karikatürleşmeden, iyi ve kötü yanlarıyla somutlaşıyor. Coetzee zorbalara da, onların kurbanlarına da aynı insancıl tavır içinde yaklaşıyor. Barbarları Beklerkeni okurken, bir yandan az gelişmiş ülkelerde yıllardır oynanan siyasal oyunları izleyecek, öte yandan alışılmadık ama gerçek, sarsıcı bir aşka tanık olacaksınız. (Tanıtım Yazısından)
Barbarları Beklerken!
Kitabı az önce bitirdim, kitap hakkında düşüncelerim uçuşmadan yakalayıp bir şeyler karalamayı umuyorum.  Her kitabı okuduktan sonra mutlaka başlık hakkında tekrar düşünürüm. Kitapla uyum yakalayabilmiş diye.  Bu konuda çok başarılı buldum çünkü “Barbarları Beklerken! “ derken kimin barbar kimin ise beklendiği ironisi çok güzel verilmiş.
İçeriğe gelince, “Barbar” olarak adlandırılan insanları yerinden etme ve o  insanlara karşı verilen mücadele(işin ironi kısmı), yapılan eziyet, işkence… Ama bu işkence okurken içiniz el vermeyecek şekilde detaylara girmeden anlatılmış. (Aksi halde okumakta çok güçlük çekerdim.) Karakterimiz  hakim olmasından kaynaklanan, kimin barbarlık yaptığı sorunsalına karşı boşa verilen mücadeleyi irdeliyor. Bu arada kaçırılan ve damgalanan bir kızın kahramanla (Hakim) aralarında tam olarak kurulamayan ilişkisine de değiniliyor (sevgili-baba rolü muamması ) Bu kısımda beni etkileyen; gerçeği gören kişinin kendi toplumu tarafından dışlanması (buraya kadar normal, alışık olduğumuz sahne) ve gerçekleri sesli söyleyen kişiye işkence de yapılıp  ardından serbestte bırakılsa, gideceği hiçbir yerinin olmaması. Hadi git! Dendiğinde bile yine yanlış yaptığını bildiği topluma karışma çabası. “Hiçbir insan yalnız yaşamak içi yaratılmamış” geçiyor bu bölümlerin birinde.
Günlük tarzında, birinci ağızdan yazılmış ayrıca çok akıcı, göz kalabalığı yapmayan kelimeler ile bir çırpıda okunabilecek bir kitap.
Tavsiye eder miyim? Evet
25/07/13
Ankara